Salgın ve Toplum
Geçen yıl bu zamanlarda bir şehrin, ufak bir pazarında gizemli bir hastalığın ortaya çıkacağını, bunun tüm dünyaya yayılacağını, insanların evlerine kapanmak zorunda kalacağını ve yüzbinlerce kişinin bu hastalık nedeniyle yaşamını yitireceğini söyleseler; herhâlde ikinci sınıf Hollywood filmlerinden alınma hayal ürünü bir hikâye dinlediğimizi sanırdık.
Oysa bu bilimkurgu senaryosu gibi olay gerçek oldu. Hiç kimsenin beklemediği bir anda ortaya çıkan ve 2020 martında ülkemize girene dek ciddiyetini pek de anlamadığımız küresel salgın, bir yıldan uzun süredir yaşamımızda ve dünyayı hâlen ilk günkü gücüyle etkisi altına almayı sürdürüyor.
![](https://static.wixstatic.com/media/4e8c08_8c4ddbe11f444dedb3c5b92918cef008~mv2.jpg/v1/fill/w_564,h_705,al_c,q_85,enc_auto/4e8c08_8c4ddbe11f444dedb3c5b92918cef008~mv2.jpg)
Salgınla birlikte görmüş olduk ki, küreselleşme denen kavram içi boş bir varsayım olmaktan çıkmış, artık iyiden iyiye somutlaşmış bir gerçeklik haline gelmiştir. Kıtamızdan ve ülkelerimizden binlerce kilometre ötede doğan bir virüsün evlerimize, dahası bedenlerimize girmesi, bir uçak yolculuğu süresi kadar. Erken önlemler sayesinde salgını en az yayılmayla geçiren ülkeler dahi, virüsün neden olduğu krizden diğer ülkeler kadar etkilendiler. Salgının ilk dönemlerinde, en temel gereksinimlerin üretilmesinde ve ulaştırılmasında yaşanan aksaklıklar, hiçbir ülkenin böyle bir felakete hazırlıklı olmadığını gösterdi. En varsıl ülkeler dahi, birkaç kuruşluk maliyetle üretilen bir maskenin temininde âciz kaldı. Yurttaşlarına en gelişmiş sağlık sistemini vadeden ülkeler, solunum cihazı yetersizliği ve yoğun bakım yatağı eksikliğinden dolayı kayıplar verdi. Salgının etkilerini dünya olarak hep birlikte göğüsledik, bu süreci birlikte geçirdik. Salgın bize, aynı gemide olduğumuzu gösterdi ve dünyanın artık gerçekten tek bir ülke, tek bir şehir, kocaman bir köy hâline geldiğini kanıtladı.
Kısıtlamalar, kapanmalar, yasaklar önce toplumda bir durulma ve hareketsizliğe neden oldu; ardından kısa sürede bunun yansımaları ekonomik durgunluk -hatta gerileme- olarak görülmeye başlandı. Hareketsizliğe ve kısıtlanmaya bağlı sağlık sorunları ve olayların bireyler üzerinde yaratabileceği psikolojik etkilere karşı, uzmanlar zaten en başından beri bizleri uyardılar. Peki ama, ya salgının toplumsal etkileri?
Ekonominin ve üretimin çarkları bir biçimde yeni düzene ayak uydurdu. Çalışma düzenimizi çevrimiçi ortama taşıyarak veya birtakım önlemler alarak bir nebze de olsa yeniden kurduk. Fakat alışageldiğimiz eski yaşam tarzımıza yeniden kavuşabilecek miyiz? Bu mesafeli, kuşkucu, kısıtlayıcı düzenin artık yeni normalimiz olacağı doğru mu? Eğer öyleyse, bu değişime nasıl uyum sağlayacağız?
Yoksa yüzyıllar içinde kurmuş olduğumuz uygarlığın ve değerlerimizin birkaç ay zarfında tepetaklak olmasına hiçbir zaman alışamayıp küresel bir anominin kurbanları mı olacağız?
![](https://static.wixstatic.com/media/4e8c08_f370f1f962af46e8bfdc94c6028d6c7c~mv2.png/v1/fill/w_980,h_550,al_c,q_90,usm_0.66_1.00_0.01,enc_auto/4e8c08_f370f1f962af46e8bfdc94c6028d6c7c~mv2.png)
Toplumsal yapının temel taşlarını birer birer yerinden oynatan bu salgının, toplumsal ilişkilerimizde temas etmediği ve olumsuz etkilemediği neredeyse hiçbir nokta kalmadı. İş ve eğitim yaşamımızdan tutun da sosyalleşme alışkanlıklarımıza; dinî ritüellerden kültürel uygulamalarımıza varana dek, bütün değerlerimiz darbe aldı.
Tümüyle terk edilemeseler de bu uygulamalar kılık değiştirmek, yeni düzene uyum sağlamak mecburiyetinde kaldı. Toplum olarak bu değişiklikleri özümseyecek miyiz; yoksa tehlikenin bittiğine karar verilip, bir anda her şey kaldığı yerden devam mı edecek? Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söyleyen uzmanlar hiç azımsanmayacak sayıda. Ama bir-iki yıla eski düzenimize kavuşacağımızı söyleyenler de yok değil.
Gelecek ne getirir bilinmez ama şu anki gerçeklik, toplumu bir arada tutan fakat bireylerin birbirleriyle yakın temaslarını gerektiren değerlerin bir süre daha yaşamlarımızdan soyutlanacağını gösteriyor.
![](https://static.wixstatic.com/media/4e8c08_cf87f775c4ca4891b935ecfeb884e300~mv2.jpg/v1/fill/w_564,h_1002,al_c,q_85,enc_auto/4e8c08_cf87f775c4ca4891b935ecfeb884e300~mv2.jpg)
Eş-dost buluşmaları, akraba ziyaretleri, söz-nişan-kına-düğün-sünnet-mevlit gibi toplumun önem verdiği, ortak değer olarak benimsediği geleneksel uygulamalar büyük yaralar aldı. Salgın tehlikesi hafiflediğinde dahi, çoğu insan buluşmaktan, tokalaşmaktan, kucaklaşmaktan, öpüşmekten kaçınacak. İnsanlar birbirlerine buluşma teklifi yapmaktan ve birbirlerini ziyaret etmekten çekinecek. Bu durum gittikçe olağanlaşarak gelenekselleşmiş değerlerin zedelenmesini kuşkusuz hızlandıracak. En önemli, en köklü, en değişmez kurallı oluşum diyebileceğimiz dinler bile, kendilerini bu olağandışı duruma uydurmak zorunda kaldı. Günlük namaz veya ayinlerin yasaklanmasının, ibadethanelerin kapılarına kilit vurulmasının, Hac ya da Noel gibi yüzyıllardır sürdürülen dinsel uygulamaların askıya alınmasının toplumlarda büyük umutsuzluk ve karamsarlık yarattığı yadsınamaz.
Bir restoranda pizza yemek ya da bir kafede kahve içmek gibi en sıradan etkinlikler bile günlük yaşamımızdan silindi. Okul çağına gelmiş olmasına karşın, henüz okul sırasına oturmamış bir kuşak ortaya çıktı. Mezuniyetten sonra işe girmesi gerekirken, kendini bir anda odasına kapanmış hâlde bulan bir gençlik var. Her gün düzenli işine giden insanlar, işsiz kaldı ya da bilgisayar başında, iş arkadaşlarını mahremiyetine ortak ederek çalışmak durumunda.
Artık öksüren ya da hapşıran biri gördüğümüzde korkmamak, kaygılanmamak ve ortamdan uzaklaşmamak olanaksız. Öksürene bir bardak su teklif etmek; hapşıran birine gülümseyerek “çok yaşa” demek belki de gelecekte artık eskilerde kalmış bir nezaket gösterisi olarak hatırlanabilir.
Tüm bu değişimlerin toplumda derin izler bıraktığı ve bırakacağı şüphe götürmez bir gerçek. Bu değişen değerlerin yerine aynı hızla yenilerini mi koyacağız; yoksa bu değişimlere ayak uyduramayan bireyler salgının yarattığı anomi kurbanları olarak mutsuzlukla ve kendilerine yabancılaşma ile mı sınanacaklar? Bunu zaman gösterecek. Dileğimiz, ne değişime ayak uydurmak, ne değişime direnmek; bir an önce eski düzenimize dönmek, sevdiklerimize korkmadan sarılmak.
-Rüçhan Özcüler
コメント